CEZA HUKUKU SADECE YAZILI KURALLARDAN OLUŞMAZ

CEZA HUKUKU SADECE YAZILI KURALLARDAN OLUŞMAZ

20 Eylül 2020,Pazar

CEZA HUKUKU SADECE YAZILI KURALLARDAN OLUŞMAZ



"...

Hakim ;

Hakim, Fehim, Müstakim ve Emin, Mekin, Metin Olmalıdır..."

Mecelle - Madde 1792


Hukukçu olarak bazen hukuka yeniden dokunmak gerekiyor. Gelişen olaylar veya gündemdeki bir olay yeniden sizi bir hukukçu olarak düşünmeye sevk ediyor. Günümüz hukukunun en önemli sorunu statükocu bakış açısı ile kanunilik ilkesi çerçevesinde geniş yorum yapılmadan varılan sonuçlardır. Bu ise varılan hukuki sonuçları etkisizleştirmekte ve kanunlar yeteri kadar işlevsel olamamaktadır.

 

Bahsetmek istediğim konu, sosyal medyada gündem olan ve toplumun her kesimi tarafından farklı farklı değerlendirilen Halil Sezai isimli şahsın kendinden yaşça büyük kişiye şiddet uygulaması, onu fiziki olarak darp etmesi, bunu da hukuki süreçte hakimlikte kabul etmesiyle ortaya çıkan hukuki konudur. Halil Sezai Savcılık Makamınca tutuklamaya sevk edilmiş ve Sulh Ceza Hakimliğince hakkında tutuklama kararı verilmiştir.

 

Olay öncelikle halkın dikkatini çekmiş, halk şiddet olayına tepki göstermiş, hatta yaşça büyük bir insana uygulanan şiddeti orantısız bularak tepkisini daha da artırmıştır. Devamla halk bunu sosyal medyada yoğun kampanya haline getirmiştir. Yoğun sosyal medya kampanyası neticesinde, Hakimlikçe verilen tutuklama kararında; "...sosyal medya, tutuklama kararının asıl karar vericisidir..." düşüncesi konuşulmaya başlanmış, "...Bu olay TCK ve CMK kapsamında tutuklamayı gerektirecek bir olay değildir..." tartışması hukukçular ve toplum nezdinde yapılmaya başlanmıştır.

 

Bu konu birkaç yönden hukuki değerlendirilmeye muhtaçtır.

 

Olaya ilişkin değerlendirmeye geçmeden önce bizce olayın en önemli kısmı darp ve şiddete uğrayan mağdurun ceza hukuku koruması karşısındaki durumudur. Öncelikle bir ülkede ceza hukuku mağduru korumak için vardır. Vatandaşının vücut bütünlüğüne karşı yapılan saldırı karşısında onun maddi ve manevi bütünlüğünü korumayan, koruyamayan ve olay mahkemesine intikal ettikten sonra onu vicdanen rahat ettirmeyen kararlar alınması hali hukuk düzeninin ve hukuk devletinin o ülkede baştan inandırıcılığını kayıp ettiğinin göstergesi olarak görülmelidir.

  

Evrensel Ceza Hukuku ve Ceza hukukumuzdaki uygulama olarak "...Tutuklama Müeyyidesi..." bir tedbirdir. Dolayısı ile CMK da belirlenen yasal şartlar oluşmadan bu yola başvurulamaz. Ceza olarak uygulanamaz. Bu bilinen yasal düzenlemedir.

 

Hukukçular bu düzenleme karşısında diyorlar ki; bu olay tutuklamayı gerektiren bir olay değildir. Peki savcılık ve hakimlik TCK ve CMK kapsamında ne yapmalı idi. Yazılı kanunlar ne diyor? Hakimlik şüpheli veya sanığın ifadesini alıp serbest bırakmalı idi. Aylar sonrasına duruşma günü vermeliydi. Suç uzlaştırma kapsamında olduğu için uzlaştırıcı aracılığı ile aylar sonra dayak yiyen kişiye "...ne diyorsunuz sizi darp eden kişi ile uzlaşıyor musunuz?.." sorusu yöneltilerek onun cevabı aranmalıydı. Uzlaşma veya uzlaşmama durumuna göre aylar süren yargılama, yıllar sonra İstinaf kararı ile hukuki süreç sonuca bağlanmalıydı. HAGB kararı verilmeliydi. Ceza verilecek ise cezanın paraya çevrilmesi veya tüm bu hükümlerin tecil edilmesi sonucu oluşmalıydı.

"...Ceza Muhakemesinde en önemli koruma tedbirlerinden olan tutuklama, bir yargıç kararıyla Anayasa'da ve yasada belirtilen koşulların gerçekleşmesiyle bir kişinin (sanık veya şüphelinin) henüz suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kaldırılmasıdır..." Genel tanım ceza hukukunda tutukluluk için budur.

Ancak bu cümleler içerisinde bir başka tespit barındırıyor. Burada suçluluk halinin kesin olması ile bu suçun müeyyidesinin belirlenmesi farklı farklı şeylerdir. Olayda failin fiili hiçbir şüpheye ve tereddüte yer vermeyecek şekilde sabittir. Bilindiği kadarıyla fail suçu da kabul etmiştir. Bu tespit karşısında artık suçluluğu hakkında kesin karar verilmediğinden bahsetmek hukuku bilmemek anlamına gelir. Çünkü suç artık sabittir. Sadece müeyyide belli değildir. O halde hapis cezası da TCK da müeyyide olarak düzenlendiğine göre hakimlikçe sadece yasadaki cezayı tayin edip karar vermek kalacaktır. Bu anlamda oluşturtulan karar ile verilen tutukluluk kararı öncelikle hukuka aykırı değildir.

Oysa bir kısım hukukçular, avukatlar ve ceza hocaları böyle demiyorlar. Yukarıdaki cümleyi ve tutukluluk tanımını böyle anlamıyor ve yorumlamıyorlar.

 

Burada hukuki bakımdan başkaca bakış açısı ile de olaya bakmak gerektiği kanısındayız.

 

Ceza hukuku en geniş anlamı ile "...Toplumu Suçtan ve Suçludan Korur..."   Kişiye ve devlete karşı yapılan haksız ve hukuka aykırı eylem ve davranışları değerlendirir. Eğer bu eylemlerde suç unsuru bulursa bunu cezai müeyyide ile cezalandırır. Eylemi Cezai bir sonuca bağlar. Bu cezaların ne olabileceği TCK yazılı şekilde belirlenmiştir. Hatta evrensel ceza hukukun temel ilkesinden olan "...Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz..." ilkesi gereği her suç fiilinin bir cezai müeyyidesi mutlaka vardır ve bu kanunda açıkça belirlenmiştir. Sonuçta suç oluşmuş ise bunun karşılığında bir ceza mutlaka vardır, olmalıdır da. Yargıç bu anlamda kanun ve yazılı kural ile bağlıdır. 

 

Olayı ve hukuki sonuçlarını değerlendirmeye devam edelim. Ceza hukukunun önemli ilkelerinden birisi de caydırıcılık özelliğidir. Yani, fail veya şüpheli işlemiş olduğu suç karşılında öyle bir cezaya mahkûm edilmeli ki olayın ağırlığına göre bir daha bu suçu işlememelidir. Ve işlemiş olduğu suçtan pişman olmalı, çekmiş olduğu cezadan dolayı ıslah olmalıdır.  Yukarıda ifade edilen ve bir kısım hukukçularca yazılı kurallar gereği uygulanması gereklidir denilen metot uygulandığında süreç şu şekilde işleyecektir. Yargılama süreci sonucunda bu olayda verilen hüküm HAGB veya verilen hapis cezasının paraya çevrilmesi cezası ile SONUÇ itibariyle bu cezanın da tecil edilmesi olabilecektir. Eğer müşteki şikayetinden vaz geçmez ise Beraat kararı imkânı yoktur. Çünkü suç sabittir. Bu cezai sonuç fail, suçlu veya sanık için ne kadar caydırıcı olacaktır?  Bu sorunun cevabına kitaplara bakarak ceza hukuku hocalarımızın cevabı acaba ne olacaktır.

 

Bu olayda bir başka konu aleniyet konusudur. Failce mağdurun vücut bütünlüğüne karşı işlenen şiddet ve darp toplumun gözü önünde olmuştur. Halk bunu sosyal medyada paylaşmıştır. Ceza hukukunun caydırıcılık yönü sadece fail için mi, yoksa toplumdaki diğer bireyler içinde geçerli olacak mıdır? Elbette ceza hukukunun bu evrensel ilkesi hem fail, hem de olaydan haberdar olan halk, toplum için geçerli olmalıdır ki toplumda suç oranı artmasın ve azalsın. O halde değerli hukukçuların kitapta yazılanlara bakarak ifade ettikleri gibi olursa ne olur?  Sanık ifade verdikten sonra toplum içinde gezmeye devam eder, uzun yargılama süreçlerini takip eder. Sonuçta yukarıda ifade ettiğimiz gibi HAGB veya Para Cezası veya Tecil hükmü ile ceza mahkemesi yargılama sürecini sonuçlanır.  Sorumuz şudur. Bu süreç toplumda veya failde suç işleme konusunda caydırıcı etki yapar mı? Bunun cevabını almak için etrafımızdaki işlenen suçlara ve halkın hangi duygu seline kapıldığına bakmak yeterlidir. Halk bu konuda caydırıcılık noktasında çok daha fazla ileri giderek idam cezası dahi isteyecek tepkiyi koyabilmektedir. Çünkü halkın kanaati konusu suç olan eylemlere karşı mahkemelerce verilen cezaları orantılı ve adaletli bulmamakta, suç ceza dengesi kurulamadığı için tepkisini bu noktalara kadar getirebilmektedir.  Tabii ki idam cezasına şahsen karşı olduğumu ve sebebini de "geri dönülmez bir ceza olmasına" bağladığımı ifade etmek isterim. Aksi yönde değerlendirmesi olanlara karşı hükümde bir yanlışlık olması halinde, insan hakları ve yaşam hakkının ağır ihlali olacağını düşünenlerdenim. Farklı hukuki görüşler olsa da kişisel görüşüm budur.

 

Ceza hukukunda verilen ceza ile oluşan suçun ağırlığının dengelenmesi kuralı da bilinen bir kuraldır. TCK da fiile uygulanacak cezalar için alt ve üst sınır ile ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenler vardır. Hükmü kuran yargıç hükümde cezayı alt sınırdan verebileceği gibi ağırlaştırıcı sebeplerle üst sınırdan da verebilmektedir. Burada da ceza hukuku açısından cezada denge ile adalet, hakkaniyet ve hâkimin verdiği cezada takdir hakkını kullandığını anlıyoruz. 

 

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ceza hukukunun evrensel kuralları birlikte değerlendirildiğinde hükmü veren ceza hâkimi adeta hukuk yaratmalıdır. Vermiş olduğu karar ile tüm değerleri içine alan, vicdanlara su serpen bir karar oluşturmalıdır. Bu anlamda Sulh Ceza Hakimliğince bu olayda sanık için verilen tutuklama kararı hukuka uygundur. Suç sabittir. O halde tereddüte yer yoktur. Tutukluluk süresine ilişkin takdir yargılamayı yürütecek hâkimde olmak kaydıyla nöbetçi hakimlikçe verilen tutuklama kararı; işlenen ve sabit olan suçun mutlaka bir cezası olması, bu ceza bugün verilmeyen tutuklama kararı ile ileride sadece HAGB veya para cezası ile tecil olacak ise; ceza yargılamalarındaki cezanın infazı, sanık için bireysel caydırıcılık, aleniyet bulan işlenmiş suça karşılık verilen cezanın toplumsal caydırıcılık açısından toplumda suç ve cezayı önlemeye yönelik örnek mahkeme kararı olması toplumsal yaşam anlamında hukuki ve doğrudur.

 

Can kaybı yaşanan trafik kazalarında Asliye Ceza Mahkemelerinin ilke kararı almışçasına müştekiler şikâyetten vaz geçmiş olsalar bile ilk duruşmaya kadar tutukluluğun devamı yönündeki kararları, toplumsal huzur ve barış ile adalet anlayışına katkı olarak yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ilkelerin bütününü ortaya koymaya hizmet eden örnek mahkeme kararları uygulamalarıdır.

 

Anlattıklarımızın özeti şudur. Elbette kitaplarda her şey yazar. Ancak bu yazılanları okumasını bilmek gereklidir. Hukukun ve hukukçunun dinamiği buradadır. Hâkim yine vermiş olduğu kararda kanunilik ilkesinden vaz geçmeyecektir. Ancak kanunilik ilkesinin her olayda takdiri ayrı ayrı olup bu takdir ancak olaya göre yasa hükmünü uygulayan hakimdedir. Halil Sezai olayında verilen vicdanları rahatlatan tutuklama kararı her yönüyle doğrudur. Buradaki tutukluluğu cezai müeyyide olarak görmek de yanlıştır. Bu sadece olayın vahameti gereği hâkimin vicdani takdir hakkıdır. Nitekim bazı olaylardaki yargılama sonuçlarında hakimlikçe verilen hayvan barınaklarında üç ay bakım üstelenmek, yaşlı ve bakıma muhtaç merkezlerde zorunlu hizmet, kütüphanede kitap okumak gibi verilen mahkeme kararları ve hükümler ile bu olaydaki tutuklama kararı ile aynı mahiyette hukuka uygunluk içermektedir. Burada bir ibret, dikkat ve eğitim vardır.

 

Hakimlikçe verilen tutuklama kararı ceza hukukunun etkinliği, mağdurun hukuk düzenine inancı, toplum vicdanında hakkın yerini bulması kanaatinin oluşması ile toplumsal düzene katkı sunması, suç işleyen kişi ve toplumsal olarak caydırıcı olması anlamında örnek bir karardır. Başka bir anlatımla halkımızın dediği gibi "...Geç gelen Adalet, Adalet Değildir..." cümlesi hukukun ve halk vicdanının en somut ifadesidir. İşte Halil Sezai için verilen karar bu cümle kadar doğrudur.

 

 

TCK                 : Türk Ceza Kanunu

CMK                : Ceza Muhakemesi Kanunu

HAGB              : Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması